Yarıda kalmış bir yolculuğun ardından on yıl süren bir veda

 PatriarchMutafyan Agos_HratchTchilingirian

Agos   

‘Yarıda kalmış bir yolculuğun ardından on yıl süren bir veda’

Oxford Üniversitesi Şarkiyat Çalışmaları Fakültesi öğretim üyesi Hratch Tchilingirian, Patrik Mutafyan’ın vefatı üzerine internet gazetesi CivilNet için geniş bir makale kaleme aldı. Bu makaleden bölümler sunuyoruz.

Agos, 18.03.2019

Patrik Mesrob Mutafyan, Ermeni Kilisesi’nin yakın tarihindeki en cesur, en ilkeli ve en ileri görüşlü liderlerdendi. Gençliği, karizması, güçlü dinî ve idari önderliği, patrik seçildiği dönemde Türkiye’deki Ermeni toplumunun ihtiyaç duyduğu vasıflardı. Ancak on yıl süren hastalığı, cemaat yaşamında yeni bir dönemin başlamasına yönelik hayallerinin gerçekleşmesini engelledi. 

Heybetli görünümüyle, İncil’de anlatılan karakterlerden biri gibiydi; düşünce biçimi ise çağa uygun, yaratıcı ve amaca dönüktü. Her şeyden önce, bir din adamı ve dinî önder olarak, derin bir manevi dünyası vardı ve vaaz ettiği inanca uygun şekilde yaşamaya gayret ediyordu. Ağabey sevgisiyle, ciddi bir vakit ayırıp emek verdiği çok sayıda genç için ilham kaynağı ve rol modeli olmuştu.

Ocak 2007’de Hrant Dink’in uğradığı suikast Mutafyan’ın üzerinde şok etkisi yarattı, çünkü o da gitgide daha sık ölüm tehditleri almaya başlamıştı. Aynı yılın Haziran ayında, Ankara’ya gidip Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’la görüştü; bu, bir dinî lider için epey sıradışı bir ziyaretti ama aynı zamanda Türkiye’de Kilise ve cemaatin devletle ilişkisinin ne kadar çetrefilli olduğunu da orta koyuyordu. Mutafyan, neden Başbakan’la değil de ordunun başındaki kişiyle görüşmek istediği sorulduğunda, Hrant Dink’in güvenlik güçleri tarafından öldürüldüğü yönünde iddialar olduğunu, bu yüzden ordunun liderine “Ermenilere ne tavsiye edersiniz? Ne yapmalıyız?” sorusunu sormak istediğini söyledi.

Tüzel kişilik sorunu 

Tarihsel olarak ‘Konstantinopolis Ermeni Patrikliği’ olarak bilinmesine –ve Ermenicede hâlâ bu anlamdaki ‘Badriarkutyun Hayots Gosdantnubolso’ adıyla anılmasına– rağmen, Bizans’ın eski başkentine atıfta bulunmak bir tabu niteliği taşıyor, ‘Konstantinopolis’ siyaseten yüklü bir terim olarak görülüyor. Nitekim, Başepiskopos Mesrob, patrik seçilmesinden birkaç ay önce, Türkiye’de bir televizyon kanalı tarafından, önceki patriğin cenaze töreninde, kiliseye üzerinde Ermenice ‘Konstantinopolis Patrikliği’ ibaresinin bulunduğu bir çelenk koymakla “suçlanmıştı”. Benzer şekilde, Ortodoks dünyasının Konstantinopolis Ekümenik Patriği olarak tanıdığı Rum Patriği, Türkiye’de resmî ağızlarca, Patrikhane’nin bulunduğu semtin adıyla, ‘Fener Patriği’ olarak anılıyor. İki patriklik de, yasal statüden mahrum olmaları nedeniyle, yasal tasarruflarda bulunamıyor. 96 yıl önce kurulan Türkiye Cumhuriyeti hâlâ, bu iki kurumu tüzel kişilik olarak tanımayı reddediyor.

Mutafyan’ın kazandığı patriklik seçimlerinden önce, devlet onun aday olması konusundaki memnuniyetsizliğini ortaya koymuştu. Başepiskopos Mutafyan, 1990 yılındaki patriklik seçimleri sırasında Patrikhane Genel Sekreteri olarak cesur resmî açıklamalar yapmış, 1998’deki seçimde ise Türkiye devletinin tercih ettiği adayı desteklemeyip, ‘halkın tercihi’ kampanyasına liderlik etmişti. Bu seçimlerde yaşanan hareketlenme, cemaatin yeniden aktif hale gelip, hükümet meseleleri ve siyasetle ilgilenmeye başlamasına vesile olmuştu. Mutafyan bir grup genç ve ilerici Ermeni’yi çevresinde toplamış, onların cemaatin meselelerine müdahil olmalarını sağlamıştı. Bu gençler arasında yer alan Hrant Dink, 1990’ların başlarında Patriklik adına konuşan sözcülerden biri oldu; Agos’u kurma fikri de o dönemde filizlendi. Yüksek sesle konuşmaya duyulan açlık ve Ermeni Kilisesi’ni ve genel olarak cemaat kurumlarını çevreleyen ‘varoluşsal’ meseleleri dile getirme arzusu, Nisan 1996’da bu iki dilli gazetenin kurulmasının kıvılcımı oldu.

Ermenistan ve Diaspora’da eleştirildi

Patrik Mutafyan, yaptığı açıklamalar ve izlediği politika nedeniyle, Ermenistan’da ve Diaspora’da sürekli olarak eleştirildi. Özellikle Katolikos’u açık bir şekilde eleştirdiğinde; Kıbrıs’taki Melkonyan Okulu’nun kapatılmasına karşı çıktığında; Türkiye’nin iç siyasetiyle ilişkili nedenlerle, yabancı parlamentoların Soykırım’ı tanımasına karşı konuşmalar yaptığında; İstanbul’dan Eçmiyadzin’e, Diaspora’daki çeşitli çevrelere kadar, birçok yerden gelen sert eleştirilere maruz kaldı. Bir Ermeni partisinin gazetesi, Mutafyan’ın “kontrolden çıkmış emperyal hırslarla, eksantrik düşüncelerini başka cemaatlere ihraç ettiği” şeklinde, akıldışı bir uyarıda bulunmuştu.

Mutafyan, 1998’in Haziran ayında, Fransa Parlamentosu’nun Ermeni Soykırımı’nı tanıması üzerine yaptığı yorumla manşetlere çıktı. “Türkiye Ermeni cemaati iki ateş arasında. Ermenistan devleti, Ermeni diasporası ve Türkiye hükümetinin farklı farklı görüşleri ve kanaatleri var. Bu üç odak birbirini hedef aldığında, biz tam ortada kalıyoruz” demişti.

Son derece korunmasız bir cemaate liderlik etmek zekâ, diplomasi, sabır ve muhakeme gerektiriyordu. Kuşkusuz, Mutafyan herkesi (Ermenistan, Diaspora ve Türkiye’yi) memnun etmedi, fakat göreve geldiğinde, daha en başta, kendi sorumluluğunun, cemaatinin çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmak olduğunu söylemişti.

Cemaatin temsili tartışması

2000’li yılların başlarında, Patrik Mutafyan ile Hrant Dink arasında, özellikle, kritik bir mesele olan, devlet karşısında cemaati kimin temsil etmesi gerektiğine dair sert anlaşmazlıklar doğdu. Bu konudaki siyasi tavır ve usullere ilişkin tartışma birçok kez medyaya yansıdı. Ancak iki tarafın da, Türkiye devleti ve toplumu ile ilgili temel meselesi aynıydı: Azınlıklara karşı devlet tarafından tesis edilmiş olan ayrımcılık ve azınlıkların haklarının gasp edilmesi. Patrik Mutafyan, Hrant Dink’in cenaze töreninde yaptığı konuşmada, toplumda yaratılan Ermeni düşmanlığına dair üzüntüsünü dile getirmiş, “Devletimizin ve Türk halkının, Ermenilerin binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olduğuna, yabancı ve potansiyel düşman olmadığımızı kabul edeceklerine, bizlerin düşman olarak algılanmamıza neden olan uygulama, tutum ve zihniyeti değiştirmek için okul kitaplarından ve okullarımızdan başlayarak toplumdaki bu Ermeni düşmanlığını yok etmeye yönelik çalışmaların ivedilikle ele alınacağına dair inancımızı hâlâ koruyoruz” demişti. 

Mutafyan’a karşı kampanya

Hrant Dink’in kamusal bir figür haline gelmesinden çok önce, 1980’li yılların sonlarında, medya ve yargı aracılığıyla bazı din adamlarına (cemaatin dinî liderlerine) karşı kampanyalar sürdürülüyordu. O dönemde genç, lafını sakınmayan bir episkopos olan Mutafyan da, sansasyonel gazete manşetleriyle, tahmin edilebileceği gibi, haksız yere, “Türklere karşı terörist eylemleri” desteklemekle suçlanıyordu. Hakkında açılan çok sayıda mantık dışı davadan biri özellikle dikkat çekicidir. 1987’de, tarihî yapıların korunmasına ilişkin mevzuata aykırı hareket ettiği yönünde suçlamalarla, İstanbul’da ağır ceza mahkemesinde yargılandı. Bir savcı tarafından, Ermeni Patrikhanesi’nin balkonunun su sızdıran çatısını lastik bazlı bir yapı malzemesiyle (eternit) kaplamakla suçlanmış; iki ila beş yıl arası hapis cezası istemiyle hâkim karşısına çıkmıştı. Hrant Dink’in yargılanması sırasında ortaya çıkan gizli bir rapor, Mutafyan’ın, “Ermeni milliyetçisi eğilimleri” nedeniyle polis ve istihbarat servisi tarafından izlendiğini gösterdi.

Mutafyan patrik seçilmesinin ardından, ince ve ihtiyatlı bir dille Kilise’nin ve cemaatin haklarına saygı gösterilmesini talep ederken, devletle bir ‘modus vivendi’ (geçici anlaşma) geliştirebilmişti. 2001’de Ankara’ya yaptığı bir ziyarette, TBMM Başkanı’na “Türkiye Ermenilerinin çıkarlarının devletin çıkarlarıyla aynı doğrultuda olduğunu, cemaatin sorunlarının tartışılması gereken yerin Meclis olduğunu” söyledi.

Mutafyan’ın patrik seçildiğinde karşılaştığı en büyük güçlüklerden biri, İstanbul’daki 33 Ermeni kilisesinde görev yapacak, yeterince eğitim almış, yeterli sayıda din adamı bulunmamasıydı. Yıllar içinde, bu göreve aday olabilecek gençleri topladı, eğitti ve ruhban olarak takdis etti. O gençlerin birçoğu halen Patrikliğin hizmetinde çalışıyor.

Türkiye Ermenileri Patrikliği, pek imrenilecek bir konum değil. Türkiye’deki Ermeni cemaati, dinî ve sivil önderler, etnik aidiyetleri ile devlete sadakatleri arasında sürekli olarak bir denge tutturmak zorundalar. Mutafyan, bir söyleşide, bu durumu şu sözlerle açıklamıştı: “Türkiye’de her Ermeni, şahsiyetinde üç unsurla büyür: Türkiye vatandaşlığı, miras aldığı Ermenilik, nüfusun ezici çoğunluğunun (yüzde 99) Müslüman olduğu bir ülkede taşıdığı Hıristiyan inancı...

(PDF version)

 

2019-03-18
e-mail: info@hrach.info
Copyright © 2024 Hratch Tchilingirian. All rights reserved.